DUÂ ÂDÂBI

DUANIN KABUL OLMASI İÇİN ŞARTLAR

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “Duânın Kabûlünün Şartları” kısmı…

Duânın kabûlünün şartları:

  • Kazâya muvâfık olmak, yani sünnetullaha uygun bulunmak,
  • O kimse hakkında duânın kabûlü hayırlı olmak,
  • İstenilen şey muhal olmamak.

Duânın kabulü için âdabına ve şartlarına riâyet etmek lâzımdır. Bu şartların cümlesi mevcud olduğu bir durumda kabul olunma ciheti gâlib ise de kabul olunması yine meşiyyet-i ilâhiyyeye bağlıdır. Binâenaleyh Allah, dilerse kabul eder, dilemezse etmez. Fakat kul, âdabına riâyet ederek duâyı bırakmamalıdır.

Duânın kabûlünün âni olmasına kullar umûmiyyetle tahammül edemiyecekleri için, istenilen şeyin bir müddet sonra verilmesi me’mûl olduğu gibi duâsı mikdarı o kimsenin üzerinden bir şerrin def’ine sebeb olmak veyahud bilmediği bir cihetten duâsının eseri hâsıl olmak ihtimâline binâen duâya kabul olunmadı nazariyle bakılmamalı ve “duâm kabul olunmuyor” denilmemelidir.

Allah Teâlâ Hazretleri icabet husûsunu, istimrara; yâni geniş zamana delâlet eden muzârî sîgasıyle beyan buyurmuştur ki, bir zamanla mukayyed değildir, demektir. Kulun hakkında hayırlı olan bir zamanda kabul eder.

Yine âyet-i celîlede:

“Rabbiniz size: «Bana duâ edin ki duânızı kabul edeyim» dedi. O kimseler ki bana kulluk etmeğe büyüklendiler; pek yakında zelil ve hakîr olarak cehenneme girerler.” (Gâfir [Mü’min] sûresi, 60)

Duâ, Cenâb-ı Hak’tan, insanların muhtaç oldukları şeyleri tazarrû ve niyaz ederek kemâl-i tevazû ile istirham edip istemeleridir. Kulların Allah’a olan ihtiyaçlarını arz eylemeleridir.

Duânın kabulünün en mühim şartlarından biri de duâ esnasında Allah Zü’l-celâl Hazretlerin’den gayri hiç bir şeye güvenmeyerek teveccüh-i tâm ile ve kat’î sûretde Hak Teâla Hazretlerine yönelmektir.

Duâda iki haslet aranır;

Birincisi: İzzet-i rubûbiyyeti bilmek,

İkincisi: Ubûdiyyetten olan zilleti idrâk edip Rabbinin himayesine ilticâ ve ihsanından müstefîd olmasını arzu eylemektir.

“Ey müşrîkler! Sizin âciz ma’bûdlarınız mı hayırlıdır, yoksa muztar olan kimse duâ etdiğinde onun duâsına icabet eden ve istediğini veren ve o muztar kalan kimseye isabet eden kötülüğü kaldıran ve sizi yeryüzünün halîfeleri kılan Allah Teâlâ mı hayırlıdır? Allah’la beraber bunları îcâd ve kullarının ihtiyâcını def eden bir ma’bûd var da ona mı ibâdet edersiniz? Düşünceniz ne kadar az ve kısadır. Zîra Kâdir’i bırakıp âcize ibâdet edersiniz.” (Neml sûresi, 62)

Yâni, Ey müşrikler! Sizin Allah’a ortak koştuğunuz putlar mı hayırlıdır, yoksa musibetlerden bir musîbete veya fakîrlik ve hastalık gibi derd ve elemlerden muztar kalıb halâsına çâre arayan bir kimse duâ ettiği zaman duâsını kabul edib musîbeti âfiyete ve fakrini gınaya ve hastalığını sıhhate tebdîl etmekle sâhil-i selâmete çıkaran Kâdir ve Kayyum mu hayırlıdır?

Elbette kullarının ihtiyâcını def eden ve duâsını kabul edip istediğini veren Allah Teâlâ Hazretleri bunlardan hiç birine kâdir olamayanlardan hayırlıdır. Binaenaleyh ma’bûd bi’l-hakk O’dur. O’ndan gayri ibâdete lâyık yoktur. Ve Allah Teâlâ Hazretleri size yeryüzünde tasarrufa kudret verendir. Dolayısıyle Zât-i Ecell ü A’lâya ibâdetiniz lâzımdır.

Allah’la beraber başka bir ma’bûd var mı ki gayre ibâdet edersiniz ve siz her ân arkası arkasına gelen ni’metlerin kimden geldiğini düşünmeniz gayet az olduğundan Azîz ve Kavî Allah’ı bırakıp âciz ve zelîle ibâdet edersiniz.