DUÂ ÂDÂBI

TEVBE VE İSTİĞFAR

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “ Tevbe ve İstiğfar” kısmı…

Hâris bin Süveyd anlatıyor: Abdullah ibni Mes’ud –radıyallahu anh– bize iki hadis rivayet etti. Bunlardan biri Hz. Peygamber –aleyhissalâtu vesselâm-’dandı, diğeri de kendisinden. Dedi ki:

“Mü’min günahını şöyle görür: O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.”

İbni Mes’ud bunu söyledikten sonra eliyle, “şöyle” diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır.

Sonra dedi ki: “Ben Rasûlullah –aleyhissalâtu vesselâm-’ın şöyle buyurduğunu işittim:

«Allah, mü’min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: «Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım» der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden daha fazladır.»

Müslim’in bir rivayetinde şu ziyâde var:

“Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: «Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim.»” (Buharî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 3; Tirmizî, Kıyamet, 50)

Ebû Bekri’s-Sıddîk radıyallahu teâlâ anh-Hazretleri:

“– Yâ Rasûlallah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta’lîm buyur” dedikte Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

“Şöyle duâ et:

“Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafur ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhamet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur. Şüphesiz Sen Ğafûr ve Rahîm’sin, yâni çok affeden ve çok merhamet edensin.” (Buhârî, Ezân, 149; Deavât, 16)

Büyükler demişlerdir ki: Bu duâ namazda gerek tahiyyattan sonra ve gerekse namaz dışında edilecek duâların en şümullülerinden ve en güzellerindendir. Zîra cehennemden halâs olup cennet ve cemâle kavuşmayı istemek duâların hulâsasıdır.

“Mecnûn ancak o kimsedir ki tevbe ve nedamet etmeyip ma’sıyyette devam ede.” (Ali el-Müttakî, no: 10437)

“Sizin hastalığınızın ve şifânızın ne olduğunu söyleyeyim mi? Hastalığınızın günâhlar, ilâcınızın da istiğfar olduğunu unutmayınız.” (Ali el-Müttakî, I, 479/2092)

“Meclisin (oturmanın veya oturulan yerin) keffareti, kulun şöyle demesidir:

“Seni hamdinle tesbîh ederim ey Rabbim! Senden başka bir ilâh bulunmadığına ve yalnız Sen olup şerîkin olmadığına şehâdet eder, Senin mağfiretini diler, sana tevbe ederim.” (İbn Hanbel, II, 369)

“Gıybetin keffareti, gıybet etdiğin kimse için istiğfar etmekliğindir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 6259)

“Yeryüzündekilerden herhangi bir kimse,

derse hatalarına keffaret olur. Bu hataları deniz köpükleri kadar da olsa.” (Ali el-Müttakî, I, 455/1963)

“Duânın hayırlısı istiğfar, ibâdetin hayırlısı da kelime-i tevhîddir.” (Ali el-Müttakî, I, 483/2112)

“Ya Ali, sana bir duâ öğreteyim mi ki zerreler adedince günâhın olsa sen de beraber olmak üzere mağfiret olunur. Şöyle söyle:

“Allah’ım, Sen’den başka ilâh yoktur. Sen Halîm ve Hakîm’sin, hayır ve bereketi çok olansın. Sen’i tenzih ederim, Sen yüce Arş’ın Rabbi’sin.” (Taberânî, Kebîr, V, 192/5060)

“İstiğfar, mü’minin sahife-i a’mâlinde nur gibi parlar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 3056; Ali el-Müttakî, I, 475/2064)

“Günâhdan tevbe eden kimse günâh işlememiş gibi olur. Fakat bir taraftan istiğfar, diğer taraftan günâhtda ısrar eden ise -el-iyâzü billah- Cenâb-ı Hakk ile istihza eden kimse gibi olur.” (Beyhakî, Şuabu’l-îman, V, 436)

“Bir kimse kalbi ve kalıbı ile istiğfara devam ederse Cenâb-ı Hakk o kimsenin gamlarını feraha ve sıkıntılarını genişliğe tebdîl ederek hiç ummadığı bir taraftan onu rızıklandırır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30)

“Tevbe ve istiğfar ile büyük günâhlar af olunduğu gibi mükerreren irtikâb edilen küçük günâhlar da, büyük günâhlar arasına dâhil olur.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 9920)

“Kalbinde nedâmet olmadığı halde yalnız lisânen edilen istiğfar, yalancıların tevbesidir.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, III, 461, no: 3974)

“Cenâb-ı Hakk’a tevbe ediniz. Muhakkak ki ben günde yüz defa Cenâb-ı Allah’a tevbe ederim.” (Ebû Dâvud, Vitr, 26; İbn Hanbel, Müsned, II, 450)

“Ne mutlu o kimseye ki defter-i a’mâlinde çokça istiğfar bulur.” (İbn-i Mâce, Edeb, 57)

“Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah’a tevbe ediniz.” (İbn Mâce, İkame, 78)